30 Aralık 2013 Pazartesi

Akış

Küçüktüm, bir derenin kıyısına gitmiştik, hayal meyal hatırlıyorum, insanlar balık tutuyordu... insanlar paçaları sıvayıp suya giriyordu, ben suya bacaklarımı soktuğumda müthiş bir akıntı olduğunu hissettim, taşların üstündeki ayaklarım kayıp gidecekti az kalsın. Korkup daha derine gidemediğimi hatırlıyorum. 

Sonra biraz daha büyüdüm, bir gün büyük abiler dere kıyısına gidiyorlardı takıldım peşlerine, ben korkak bir bıdık. Yüzmeye gidiyorlardı, bende yüzer miydim kim bilir? Gittik, hadi dediler atla sende, ben korkak ben, atladım suya ve aman allahım derenin derin bir yeriydi, beni sürüklemeye başladı, diğer çocuklar gülüyor eğleniyor ve akıyorlardı su ile. Onları hayal meyal duyuyordum, hayal meyal çünkü ben kendi sürecimdeydim; ayaklarımı yere basmaya, bir yerlere tutunmaya çalışıyordum, olmuyor da olmuyordu... Sürükleniyordum, korkuyordum, ölüyordum, su yutuyordum... Bir abi beni tutup çıkardı sudan, hayatımın en büyük kabuslarından birisiydi... Herhalde yaşım 10'du... Derenin akıntısı benim kabusum olmuştu. 

Bugün farklı bakıyorum bu deneyime... Bugün akışa kendini bırakmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum, bugün suyun üstüne kendimi bırakıp suyun beni istediği yere götürmesini deneyimleyi çok seviyorum. Suyun üstüne uzanıp, kollarımı yana açarak, güneşi içime çekerek akmak, keyifle, gülerek, tıpkı o abiler gibi, tıpkı yaşam enerjisi ile dolup taşan insanlar gibi... 

Bugün farklı bakıyorum bu deneyime, akışa direnç göstermenin bana zarardan başka birşey vermediğini, akışa karşı gelmenin intiharla eşdeğer olduğunu düşünüyorum. 

Akışta kaldığımız keyifli an'lar dilerim. 

Sevgiler, Mustafa 

29 Aralık 2013 Pazar

yeni? yıl

Evet bir yanlışlık yapmadım yazarken, yeni'den sonra bir soru işareti var. Yeni yıl, umut, sağlık, başarı ... getirsin. Üzgünüm ama yeni yıl bize hiç bir şey getirmeyecek, yılın yeni olması masadaki, duvardaki takvimlerin değişmesinden kaynaklanıyor, 2013 yerine 2014 yazmasa belki anlamayacağız ve bu kadar beklenti de yüklemeyeceğiz yeni yıla... 

Ne diyorsun sen? diyebilirsiniz, haklısınız, bugünlerde bu kadar iyi dilek dilerken, iyi dilekleri duyarken bunları duymak hoş değil... Amacım bir farkındalık oluşturmak; yeni yıl size birşey getirmeyecek, eğer siz isterseniz mutlu olacaksınız, kilo vereceksiniz, sağlıklı olacaksınız. Dışarıdan birşey beklemeyin diye hatırlatıyorum sadece... 

Akşam akşam nereden okudum bu bloğu diyorsanız söyliyeyim, bu yazdıklarım acı ama gerçek. Şöyle birşey yapalım istersen, bir kağıt kalem alalım ve yazmaya başlayalım neler yapmak istediğimizi, uzunca bir liste. Sonra tek tek okuyalım onları, hangilerini gerçekten yapmak istiyorum, hangileri başkalarının (ailemin, eşimin, arkadaşlarımın) olmamı istediği şeyler, hangileri trendy şeyler... 

Gerçekten istediklerimizi bir daha bir temiz kağıda geçirelim. Sayısı kaç bilmiyorum, işte bu seçtiklerin senin 2014 hedeflerin olsun, hatta sen 2014'ü boşver, hemen yarın uygulamaya başlayacağın hedefler olsun bunlar... Hemen yarın başlayalım gerçekleştirmeye, an'da kalarak, her an'ı doya doya yaşayarak. An'ı doya doya yaşayınca göreceksin yıl / ay / gün anlamsızlaşacak. Sadece bu an olacak. 

Mutlu an'lar 

Sevgiler, Mustafa

24 Aralık 2013 Salı

Mekansızlık

Sabahın ilk ışıkları ile terk ediyorum şehrimi, bu sefer iki günlüğüme. Ay el sallıyor bay bay diyor, bir taraftan güneş uyanmaya çalışıyor.



Mekansızlığı tatmışsın sen dedi meleğim, evet haklı, mekansızlığı tattım. Uzak ülkelerin, uzak şehirlerin otellerinde gece yarısı sıçrayarak uyanıp "ben nerdeyim?" diye kendi kendime sorduğum, tuvalet nerde diye arandığım geceler çok olmuştur. Hiç tanımadığım yüzlerde sevdiklerimi aradığım çok olmuştur, garip gülümsemeler, garip bakışlar, garip kızgınlıkların içinde...

Mekansızlık... 

Kötü birşey değil mekansızlık, aydınlanma yolunda yürüyen (hangi inanış, hangi felsefe olursa olsun) kişiler kendilerini misafir olarak görüyorlar, bu dünyaya bir misafir olarak geldik gideceğiz diye bakıyorlar. Dünyaya, dünyadaki varlıklara çok fazla anlam yüklemek, onlara bağlanmak ve sonrasında onların kölesi olmak alışıldık bir sorun. Geçen gün şunu düşündüm; ben bir pervaneli uçağım ve yüklerimden dolayı yükselemiyorum. Bavullarımı atmam gerekiyor, hafifletmem gerekiyor uçağımı; eşyalar, kıyafetler, ayakkabılar, ilişkiler, hepsinin elden geçmesi gerek!

Mehmet ile birlikte yoldayız, mekansızlığı konuşuyoruz, birden at avrat silah dedi... Güldük baştan, sonra düşününce haklı buldum... Bizim ecdadımız göçebe yaşıyor, ordan oraya akın ediyor, dünya ile bir bağlantıları yok denecek kadar az... Sonra yerleşmeye başlıyor, yayılmaya, daha fazla daha fazla kazanmaya toprak almaya, dünyada yayılmaya... Olmuyor dağılıyor. 

İşte paradoks burda başlıyor; dünyaya çıplak geliyoruz ve çıplak gidiyoruz. Arada bir sürü mal mülk elde ediyoruz ve giderken bırakıyoruz. Bu mal mülkü elde ederken onların sahibiymiş gibi yapıyoruz ve hep bizimmiş gibi sarılıyoruz. Geldiğim nokta şu; dünyadaki mal, mülk, ilişkilere ne kadar sıkı sarılır isek gerçeklikte o kadar az alan kalıyor. Dünyadaki mal, mülk, ilişkileri ne kadar bırakırsak gerçeklikte o kadar alan açılıyor ve sevgiye, aşka dönüşüyor.

Peki bu paradoksu nasıl çözebiliriz, hem dünya da hem de gerçeklikte olmak nasıl olabilir? Bunun cevabı denge zannedersem. Dünyevi işleri gerçeklikle dengelemek. Hayatı idame ettirecek kadar dünya ile ilişkide olup, enerjimizi akışa yönlendirmek ve gerçeklikte olmak.

Sonuç olarak, dünyadaki mekansızlık gerçeklikte mekan yaratıyor. Buna bir bakmakta fayda var, farklı görüşler var ise konuşalım.

Sevgili Tülin dün okuduğum yazısını Sevda ve güneşle diye kapatmıştı, çok sevdim bunu..
Sevgi ve güneşle kalın
Mustafa

16 Aralık 2013 Pazartesi

Alkolün kollarında cenneti aramak

Bilirsiniz sarhoş adamla uğraşmak zordur, Cumartesi gecesi sevgili kardeşim Coşkun için zor bir gece oldu, bayağı bir uğraşmak zorunda kaldı benle... Teşekkürler Coşkun:)

Alkolün sınırını aşınca cenneti bulacağımı zannederken cinnete giden bir yolculuk yaptım. Kendimden, yalnızlığımdan ve korkularımdan o kadar kaçmak istedim ki... Bi de bunlara mağdur rolünü ekledim ve tam bir film çıktı ortaya. Alkol ile birlikte seçenekleri göremez oldum, bir girdabın içine takıldım kaldım, çıkamadım kaldım. Kaldım, çıkamadım! 

Duygularımı yaşamayı bırak, nefes alıp hayatıma devam etmek çok zor oldu. Hata yaptım kabul ediyorum, dibe vurdum ve daha güçlü çıkıyorum. 

Sevgiler 
Mustafa 

14 Aralık 2013 Cumartesi

Bağımlılık

Bağımlılık kötü bir şey, hepimiz biliriz. Sigara, alkol, madde bağımlılığı gibi ama ben bunlardan bahsetmeyeceğim! 

İnsanı yiyip bitiren, duygusal bağımlılık diyebileceğim eşine, çocuklarına, anneye, babaya ... olan bağımlılıktan bahsedeceğim. Ne varki insanın çocuğuna bağımlı olmasında? diye soranlar olabilir, çok masum görünse de o da bir sıkıntı! 

Insan kendisine değil de başkasına odaklandığı zaman, hep dışarıdan beklediği zaman oluşuyor bağımlılık. Sevilmek istiyor örneğin, başkaları onu sevsin. Halbuki kendisini sevse, oluşturduğu sevgi çemberi ile sevilme ihtiyacı diye birşeyin kalmadığını görecek, yalnız kalmayacak, yalnız olmayacağı için de başkalarına bağımlı olmayacak. Kendimi sevmek, kendime şefkat göstermek hayattaki en büyük yatırımım. Eğer ben kendimi seversem, kendi sürecime dönersem ve diğerlerini de birer birey olarak kabul edip onların süreçlerine saygı duyarsam bağımlılık ortadan kalkacaktır. Bu eş için de geçerli, arkadaş için de, çocuk için de. 

Bunu yapmadığımızda bağımlılık yüzünden başkalarının hayatlarına onların süreçlerine müdahale ediyoruz. İlişkide olduğumuz insanları bizim malımız gibi görüp üzerlerinde hak iddia ediyoruz. 

Dünya bizim yansımamız, en değerli varlığımız kendimizi sevelim ki yansımamız da sevgi dolu olsun. 

Sevgiyle kalın
Mustafa

12 Aralık 2013 Perşembe

Özgüven

Kurumsal hayatta istenen yetkinliklerden birisidir özgüven. Çalışan olarak yönetciniz sizin özgüveninizi değerlendirir. Elinde bir değerlendirme kriter listesi vardır, ona göre skalada bir yere oturtur sizi. Ya da bir yönetici olarak sen yaparsın değerlendirmeyi.

Bu hafta özgüven konusunu çok düşündüm, benim değerlendirmelerimi hatırladım ve şöyle bir noktaya geldim. Ben öyle dışarıdan görüldüğü kadar yüksek bir özgüvene sahip değilim. Hatta düşük olduğu için onu kapatmak adına diğer uca gidip manda özgüveni varmış gibi oynuyorum. Bu ciddi bir aha efekti yarattı. Bunları sevgili meleğime  itiraf ettim, meleğim de bana "işte şimdi kendine güvenmeye başladın" dedi. Evet kendime güveniyorum artık, insanlara güvenmenin önce kendine güvenden geçtiğini gördüm. Kendime güveniyorum ve insanlara güveniyorum. 

Herkese ve herşeye açtım gönlümü; sevgi ve güvenle! 

Hepinizi bekliyorum :)

8 Aralık 2013 Pazar

Özgürlük

Geçenlerde arkadaşlarım ile sohbet ederken özgürlük ile ilgili şunu söyledim ve çok hoşuma gitti, galiba orijinal bir söz oldu; Özgürlük, beynimizde sınırlarını çizdiğimiz ve bir çembere hapsettiğimiz bir kavram.

Ben özgürüm, özgürce seçerek yaşıyorum. Özgürlüğümün önündeki tek engel benim, bir başkası değil. Özgürlüğü konuşmaya, tartışmaya başlayınca, karşılaştırmalar, kıyaslamalar başlıyor. Özgür olduğunu düşünen biri bu tip bir tartışma sonrasında kendini köle gibi hissedebiliyor. Bu noktada kendini tanımak, kendi benliklerin ile barışmak ve onların her birini çeşitli durumlarda kullanabilmek bence özgürlüğün ta kendisi.

Hayal kurmaya varım, daha özgür ve daha mutlu olmaya varım ve bunlarla birlikte şu ana hamdolsun deyip şu anda mutlu ve özgür olmak çok keyifli. Merkezimde, durarak, nefes alarak yaşamaya devam. 

Sevgiler 

5 Aralık 2013 Perşembe

Gül kendi kendine...

Saat 05:45 alarm çaldı, tedbirliydim telefonum yakındı ve kapattım hemen alarmı. Alarm sesi de telefon çalma sesi ile aynı... Zaten iOS7 ile birlikte herkesin zil sesi aynı... 

Eşofmanlarımı giydim, takım elbisemi ve gömleğimi yanıma alıp düştüm yola. Erkenden köprüyü geçmenin huzuru ile spor salonuna vardım. Sporumu yaptım, duşumu aldım. Dolaptan takım elbisemi aldım, pantolunumu giydim ama bu pantolon çok büyük ? Allah Allah bu ne böyle? Meğerse sabah karanlıkta geçen yıl giydiğim 54 beden takımı almışım, şu anda söylemesi ayıp 50 ya da 52 giyiyorum. Eeee ne yapacağım şimdi dedim, aldı bir telaş beni. Sonra kendi kendime gülmeye başladım, nefes aldım merkezime döndüm. Attım kahkahayı... Kendimi kendime gülmek bana çok iyi geldi... Toplantılarım da var, eşofmanla işe gidilmez... Doğru eve döndüm, üstüme olan elbisemi giyip gittim işe. Günüm keyifli geçti, gülmek iyi geldi. 

Kendi kendinize gülün, kendi kendinize konuşun, inan iyi geliyor. 

Sevgiler 

4 Aralık 2013 Çarşamba

Mantra'n ne?

Daha önce de yazdığım gibi bu hafta presence in groups eğitimine katıldım. Eğitim sırasında bir çalışma yaptık; mantra belirleme... Mantra'yı google ederseniz birçok anlamına ulaşabilirsiniz. Benim aldığım anlam; belirlediğiniz mantrayı tekrar tekrar söylediğinizde sesiniz bedeniniz, beyniniz ve ruhunuz tarafından duyulur ve mantrada belirttiğiniz güçlü ya da geliştirmek istediğiniz yönünüz ne ise duyulur, anlaşılır ve gelişir. 

Benim belirlediğim mantra şu;
I am a great warrior who has many battlefields innerside. I am not seeking for a victory, I love fighting there! 
Yani ben içinde savaşlar olan bir büyük savaşçıyım. Zafer peşinde koşmuyorum, orda savaşmayı seviyorum. 

Bunu kendime söyledikçe güçlendiğimi hissediyorum. 

Peki senin mantra'n ne?

1 Aralık 2013 Pazar

Yiğenek

The Experience of Presence in Groups eğitimine katılıyorum, dün başladık ve harika gidiyor. Eğitimi sevgili Dorothy ve Zeynep veriyorlar. Bir grup önünde varlığım nasıl? bunu tanımaya çalışıyorum. Konu basit gibi gözüksede pek bir zor. Çünkü presence denilen şey, ben demek. Ben iç benliklerime ne kadar barışıksam ve ne kadar tam'sam o kadar iyi bir varlık gösterebiliyorum grup karşısında. 

Bu sabah sevgili Zeynep bir ekzersiz yaptırdı. İç benliklerimiz ile temas ettik, benimkileri biliyorsunuz işte; Derviş, Haylaz, Filozof, Meleğim, Kaptan, Şifacı... derken bugün o çalışmada yeni bir benlik ile tanıştım, Yiğenek... Hoppala bu nerden çıktı diyenleriniz var biliyorum ama içimde saklayamam söylemem lazım... Füsun, üzgünüm :P 

Yiğenek benim küçükken okuduğum Dede Korkut hikayelerinden birisindeki karakter. Yiğenek bir yaşındayken babası esir düşer ve 15 yıl boyunca bunu bilmez. Öğrenince Han Bayındır'ın yanına kattığı 24 yiğit ile gider babasının esir tutulduğu kaleyi ele geçirir ve babasını kurtarır. Yiğenek babasız büyümüş... 

Sabah, ekzersizi yaparken, ben Yiğeneği camdan yapılmış bir bahçıvan odasında buldum, dışarıdan içerisi görülmesine rağmen bugüne kadar kendisini görmediğim için bana çok kızgındı, üzgündü ve ağlamaktan yorulmuştu. Ben onun babasıydım ama hiç yoktum ortalıkta... 

Yiğenek... Ben seni kurtardım sende beni kurtar der gibiydi, çocukluğunu yaşamadan sorumluluklar almış, kılıç kuşanmış, ok atmış, güreş öğrenmiş ama oyun nedir bilmeyen Yiğenek. Annesinin etrafının söyledikleri ile hayat senaryosu kurmuş Yiğenek... Büyük savaşçı, cesur yürek Yiğenek! Senin bana vereceğin ne var? Hayatımda ne yapacaksın? 

Yiğenek her ne kadar büyük savaşçıya dönüşsede, çocukluğunu yaşamayan ve hüzünlü tarafı beni tarif  ediyor... Benim enerjik olmayan, benim neşeli olmayan, benim modu düşük olan, benim hüzünlü tarafım o. Bugüne kadar yok saydığım, hep enerjik, mutlu, sevinçli görünmek isteyen ben, onu gözümün önünde olsa da görünmez kıldı. Bugün onunla tanıştığıma, onu kabullendiğim ve hayatıma soktuğuma çok mutluyum. Yiğeneği ve onunla birlikte tüm benliklerimi seviyorum. Ben onlarla Tam'ım. 

Sevgiler 
Mustafa