15 Haziran 2016 Çarşamba

Kalbini tutabilir misin?

 
Yok safaride filan değilim. Saat 02:57, uyandım... Tuvalet ihtiyacı... Alkolü bıraktığımdan beri dışarıda akşam yemeği yerken çok su içiyorum, o yüzden... Güney Afrika'dayım, Johannesburg'dan 60-70 km uzakta, doğanın göbeğinde 6-7 odalı bir misafir evindeyim. Uyandığımda beni bu resim karşılıyor, başucuma duvar kağıdı yapmışlar. Buradaki bir şirketin yöneticisi ile birlikte akşam yemeğinde geleceği inşa ettik. İnşa ettik diyorum, çünkü geleceği konuşurken oraya gidiyorum ve o durum ile şimdiki durum arasında bambu ağacı ve bulabildiğim ipler ile köprü kuruyorum. Artık o benim için bir yol oluyor. Bunları artırıp seçeneklerimi çoğaltıyorum bazen, bazen de bu köprüyü sağlamlaştırıyorum. Şunu anladım ki; çok büyüttüğümüz bu dünya aslında bir oyun alanı, istediğim kadar düşleyebilirim, düşlerim gerçekleşir ya da gerçekleşmez. Ben düşlemeye devam ederim, yeni yeni hikayeler oluşturabilirim. Düşlemek benim elimde, düşün gerçekleşmesi için çaba göstermek benim elimde ama olup olmaması benim elimde değil. O Takdir-i İlahi! 

Madem uyandım o zaman bu sessiz huzurlu ortamda sessizliği dinleyeyim dedim. Uyku ile uyanıklık arasında doğanın kollarına bıraktım kendimi. Yıldızların üstünde açtım kollarımı, düşme korkusunu çıkardım aklımdan. Başladı göbek deliğimin altında bir nokta pıt pıt pıt atmaya. Sonsuz karanlık ve sonsuz aydınlık arasında bir yerlerdeydim. Yıldızlar, yıldızlar... Sanki beni havada tutuyorlar. Öyle atıyordu göbek deliğimin altındaki nokta, kalamadım o noktada. Bir yere sığınmak istedim, tam ortada kalamadım, kalbimi çıkarıp elimde tutma cesaretini bulamadım; olduğu gibi tutamadım ya iyi ya da kötüye gidiyordu düşüncelerim. Halbuki iyi kötü, karanlık aydınlık yoktu, burası neresiydi? Kalbimi alıp yüzleşmek, onu saf sevgiyle yıkama yeriydi ama olmadı, yapamadım! Bu benim için çok büyük, çok fazla idi. Sığınacak bir yer, güç alacak bir dal aradım. İşte o anda en büyük rehberimi çağırdım, şefaat istedim. Sağıma döndüm, huzura daldım. Keyfini çıkaramadan çıktım oradan. Şunu hissettim ki; burada, doğanın göbeğinde, kirlenmiş bu topraklarda, yakın dönemin acılarını hissettiğim bu topraklarda, insan olmanın değerini ve neler yapabildiğimizi gördüğüm bu topraklarda, sınır yok! Uçmak, çok yüksekten düşmek çok kolay. 

Gözlerimi kapatıyorum, dinliyorum doğayı, dinliyorum anlamlandıramadığım hayvan seslerini. Ben bir beton duvarın arkasında, elektrikli teller ile korunan bir korunakta, önce hayvanlardan ve bitkilerden sonra yerel halktan çalınan bu topraklarda rahat uyuyamıyorum, uyuyamayacağım! 

Size iyi geceler,
Mus

12 Haziran 2016 Pazar

Zaman o zaman

Bir kağıt verir misin babacım? Yazıyor, çiziyor, resmediyor kızım hayatı. Onun gözünden bakmayı deniyorum bazen ama zihnim o kadar berrak değil, bir çok yılın getirdiği tortular var, yapışmış kalmış. Bırakamadığım ve hamallık yaptığım bir çok şey. Artık veda vakti geldi. Cimrilik yapmayacağım, cömert olacağım ve her türlü kötü alışkanlığımı vereceğim. 

Bu hafta iş yerinde bir arkadaşım bana çok önemli bir ders verdi. Bilginin vebali var, topladığın bilgileri başkalarına aktarmalısın, dönüştürmelisin dedi. Doğru, haklıydı... Heybemde topladığım bir çok şey var, bunları dönüştürmek, çevreme yararlı olmak için yapmam gerekenler var... Ama ben o kadar hızlı yaşıyorum ki; bazen hangi ülkede, hangi otelde olduğumu karıştırıyorum... Peki, bu bahaneleri geçelim! İstersen paylaşırsın! Bunları düşünürken ne zamandır blog yazmadığımı farkettim ve aldım kalem kağıdı... Tamam da ne yazacağım? 

Ramazan ayındayız, müslüman arkadaşlarıma "mübarek olsun" mu diyeceğim? 
Kelimeler akademisinden bu ay mezun oluyorum, bununla ilgili mi bir şey yazacağım? 
Ülkem için, geleceğimiz için bir şey yapmaya çalışıyorum, bunu mu yazayım? 
Yeni yerler, yeni insanlar, yeni kültürler ile tanışıyorum, bınları mı kaleme almalıyım? 

En iyisi ben yeri gelince, sıcağı sıcağına hepsini yazayım. 

Sevgiler 
Mus