30 Nisan 2013 Salı

Rüyalar, rüyalar


Gestalt Psikoterapisinin kurucularından Fritz Perls:
“Bana göre bir rüya, tamamlanmamış bir duruma ait istekleri yerine getirmekten daha fazladır. Rüya varoluşçu bir mesajdır. Bir kişinin yaşam çizgisini anlamaya bizi götürebilir. Bununla ilgili en güzel şeyse şudur: eğer rüyalarımızın ve yaşam çizgimizin sorumluluğunu alabilirsek o zaman yaşamlarımızı değiştirebiliriz.”
(Baumgaradner, 1975:117: akt. Flanagan & Flanagan 2004: 163)


Rüyalar konusunda çalışmalar çok ilgimi çekiyor. Koçluk eğitiminin geçen modülünde grup çalışmasında bu konuyu çalışmıştık ve çok keyifliydi. 

Bu sabah uyanırken bir rüya gördüm, hemen kalktım ve rüyamı bir kağıda yazdım. Kağıda yazarken hiçbir yorum katmadan tamamıyle rüyada gördüklerimi aktardım. Rüyayı kağıda aktardıktan sonra rüyadaki objeleri ve kişileri belirledim. O objeleri ve kişileri üstüme giyip kendi iç sesimle onları konuşturdum. Bu çalışma sonucunda 6 tane farkındalık ve çalışma konusu belirledim kendime. 


Geştalt rüya kuramını oluşturan Perls’e göre rüyada kullanılan en temel mekanizma yansıtmadır (Fants 1998: akt. Daş 2006:273). Rüyada gördüklerimiz genellikle kabul etmekte zorlandığımız, sahiplenmediğimiz parçalarımızı temsil etmekte, bu yüzden rüyalara önem vermek önemli. 

Size de tavsiyem rüyalarınızı muhakkak yazın ve onlar ile ilgili çalışabileceğiniz bir Gestalt koçu bulup çalışın. 

Bireysel olarak rüyaları yazmak ve onlarla çalışmak çok hoşuma gitti, bundan sonra da devam edeceğim.

27 Nisan 2013 Cumartesi

Baba, senin gibi olmak istemiyorum!

Ben 37 yaşındayım ve son zamanlarda küçük de olsa hastalıklarla uğraşıyorum. Ne zaman hasta olsam en küçük şeyi o kadar büyütüyorum ve kötü sonuçlar doğuracağını düşünüyorum ki ne doktora gitmek geliyor içimden ne de tahlil yaptırmak. Öyle ki check up yaptırdığımda bile kötü birşey çıkacakmış gibi düşünüp sonuçlar gelene kadar kaygıdan ve endişeden ölüyorum.

Bu konu üzerinde çalışmam gerekiyor diye düşünüyordum ve doğru zaman geldi... Geçenlerde sevgili arkadaşım Aydın ile buluştuk, sohbet ederken konu bir role-play'deki cümleye geldi: "Baba, senin gibi olmak istemiyorum!"

Babamın kuru çalılıkları yakarken bir fotoğrafı vardır; arkasında çalılıklar yanıyor ve önünde o güçlü bir şekilde duruyor. Ben hep o fotoğraftaki erkeği kendime örnek almışımdır; korkmadan alevlerin önünde duran güçlü erkek. 12,13 yaşlarımdayken babam bir ameliyat geçirdi ve ben onun ölmesinden çok korkmuştum, kritik bir operasyondu ve çok şükür 6 ay gibi bir sürede toparladı. 3-4 yıl sonra bir daha benzer operasyonlar yaşandı ve babamı kaybetme korkusu beni derinden sarstı.

Geçenlerde babam ilk ameliyatını olduğunda benim yaşlarımdaydı diye düşünürken buldum kendimi ve kendime çok iyi bakmalıyım, hasta olmamalıyım, çocuklarımın benim için endişelenmesini önlemeliyim diye sıraladım kendi kendime olması gerekenleri. Bu olması gerekenler bana iyi gelmemiş demek ki, çünkü Aydın bu cümleyi söylediğinde birşeyler uyandı. Evet kendime ya da sesli olarak babama söyleyemediğim buydu: "Baba, senin gibi olmak istemiyorum."

Canım babam seni çok seviyorum.

22 Nisan 2013 Pazartesi

Bi duyguya bakıp çıkıcam

Koçluk eğitimlerinin ikinci modülünde Cycle of Experience konusunu çalışırken benim gibi aksiyon odaklı bir insanın duygularına bakmasının, onları adlandırmasının ve farkında olmasının zor olduğunu anladım. Kadim dostum Börk ile kahve arasında konuşurken konu duygulara gelince "bi duyguya bakıp çıkıcam abi" dedim. Bu çok sevilen bir cümle oldu bizim grupta, sürekli kullanıyoruz :) 

Bu aralar Polster & Polster'in "Gestalt Therapy Integrated" kitabını okuyorum, sevgili Dost'un önerisiyle. Kitapta yaratıcı sanatçıların duyguların sınırlarında dolaştıklarını ve eserlerini yarattıklarını yazıyor, bunu çok doğru buldum. Son zamanlarda iyi bir şiir okuyunca ya da iyi bir şarkı dinlediğimde şaşırıyorum; yazanlar ya da besteleyenler de Gestalt'ı biliyor herhalde diyorum. Duygular ile bu derece temas etmek sanatçıları uçuruyor diye düşünüyorum. Tamam sanatçı değilim, kabul ama koçluk yaptıkça şunu farkediyorum ki, her bir danışanın konusu bende bir yerlere dokunuyor, bu sayede duygularım ile temas ve farkındalığım artıyor. Kişisel gelişim için inanılmaz iyi bir araç, iyi ki bu yolculuğa çıkmışım diye düşünüyorum ve kendimi takdir ediyorum. 

Sanatçı, uçmak deyince de aklıma Syd Barret geldi, Pink Floyd'un kurucularından, LSD bağımlısı dahi çocuk. Burada onu da anmak istedim, uçarken yaptığı harika besteler halen dinleniyor ve dinlenmeye devam edecek bence.

 



17 Nisan 2013 Çarşamba

Konfor alanımın genişlemesi : değişim

Beni tanıyan arkadaşlar bilirler, ben aynı şeyleri yapmayı severim. Eğitimde aynı sandalyeye oturmayı, aynı restaurantlara gitmeyi, uçakta hep koridorda oturmayı, aynı havayolunu kullanmayı...

Bugün Adana'ya gittik iki meslekdaşım ile ve birçok değişiklik yaşadım. Bu değişikliklerin yaşanmasında tabii ki Gestalt Coaching Program'daki gelişim sürecimin ve kendi içime yaptığım yolculuğun (bkz. bir önceki blogum: Kelebek Hikayesi) çok büyük bir etkisi var.

Birincisi ilk defa Pegasus Havayolları ile uçtum. Ben bugüne kadar yurt içi ve yurt dışı uçuşlarında sadece THY'yi kullanıyordum ve diğer havayollarını değerlendirmiyordum. Rezervasyonu yaparken Gözde sordu, bende OK dedim. Genel olarak da bu tecrübeden memnun kaldım, yurt içi uçuşlarda değerlendirilebilecek bir alternatif bence.

İkincisi ilk defa cam kenarına oturdum uçakta. 2005 yılı itibarı ile o kadar çok uçmaya başladımki bende uçak fobisi olmaya başladı ve bu fobiyi yenmek için kendimce bir yol buldum; koridora oturursam ve camdan dışarıyı görmezsem bu fobiyi yenebileceğimi düşünmüştüm. Bugün dönüş uçuşunda cam kenarına oturdum, Adana'dan kalktık, muhteşem bir ova manzarası vardı. Sonra bulutların üstüne çıktık, pırıl pırıl bir güneş ve bembeyaz bulutlar... Bulutları zemine benzettim, dümdüzdü. Arada kabarıklıklar vardı onlarda figürler diye düşündüm ara ara ortaya çıkan, bitmemiş işler, yoksaydığım duygular... Çok güzelmiş cam kenarına oturmak, bundan sonra daha sık yapacağım.

Üçüncüsü ise öğle yemeğini tüketmek yerine keyifle yemek. Öğle yemeğini Onbaşılar'da yedik meslekdaşlar ile. Muhteşem bir göl manzarası vardı, restaurantın girişinde ortancalar açmıştı. Dedimki arkadaşlara keyifle yemeğimizi yiyelim, acele etmeyelim. Tüketmek yerine keyif alarak yemek geçen hafta Koçluk Konferansında edindiğim bir farkındalık, alelacele tüketmeyeceğim artık yemeklerimi, yemeğe vakit ayıracağım ve keyif alarak yiyeceğim.

Bugün konfor alanımın genişlediğini hissettim, yeniliğe değişime daha açığım artık. Bugünden bir kaç kareyi burada paylaşmak istiyorum.

Sevgiyle


   

14 Nisan 2013 Pazar

Bir kelebek hikayesi

Kelebeğin hikayesi geçen sene "Ben Kimim? - Who am I?" sorusunu kendine sorarken başladı. Bu çok basit sorunun cevabını o güne kadar hiç düşünmemişti genç tırtıl. Soru basitti ama beyinde sorunun cevabı yoktu, peki neredeydi cevap? Tırtıl bugüne kadar hep beynini kullanmıştı ve beyin aklı herşeyin cevabını söylerdi ona ama o gün onu yarı yolda bırakmıştı. Anlayamamıştı tırtıl, biraz daha denedi "Ben Kimim?" sorusunu cevaplamaya, ama malesef çok da bir yere varamadı. 

Tırtıl daha önce kendisi gibi olan ama artık özgür birer kelebek olan birilerinden yardım almak istedi, bu özgür kelebeklerin bir kursu vardı "Eurasian Gestalt Coaching Program" isminde. Gestalt almancaydı, tırtılda almanlar için çalışıyordu ve herhalde iyidir diye düşündü ve son anda katıldı kursa.  Bu kurs ile birlikte bir  kelebek olabileceğini ve genç tırtıllara koçluk yapabileceğini hayal etti.

Kendisi gibi 21 tırtıl daha vardı orada, hepsi merakla bekliyorlardı neler olacak diye. Tesadüf bu ya bu kursta "Ben Kimim?" sorusuyla açıldı, tırtıl yine cevap veremedi, kendini zorladı ama olmadı. Baktı diğer tırtıllar neler yapıyor diye, birşeyler duydu ama anlamadı.

Fakülte denilen özgür kelebekler elinden tuttu tırtılların, başladılar yavaş yavaş işlemeye onları. 5 gün sonunda ara verdiler, tırtılın kafası karışıktı, ne olduğunu anlayamamıştı. Bildiği yola başvurdu, en iyisi ben bu Gestalt denen konuyu okuyayım öyle öğrenirim nasıl olsa dedi. Bugüne kadar hep kitaplardan öğrenmişti, şimdi neden olmasın ki? Türkçe, ingilizce kitaplar aldı başladı okumaya. Ceylan Daş'ı okudu, Fritz Perls'ü okudu. Birşeyler öğrendi, beyni tatmin oluyordu artık.

Sonra ikinci 5 günlük eğitim programına geldiler. Konu "resitances-dirençler" idi. Tırtıl birşey keşfetti, beyin aklı yanında yürek aklı diye birşey vardı. Özgür kelebeklerden Dost tüm tırtılların duyguları ile temas etmesi için bir çalışma yaptırdı. Tırtıl kendisine inanamadı, bu nasıl birşeydi? Duyguları vardı, onlara isim veriyordu ve daha da ötesinde onlarla temas edebiliyordu. Yeni yeni farkındalılar oluşurdu tırtılda, artık kozamı örmenin zamanı geldi diye düşündü, kendime dönüp şu soruyu sormaya devam edeyim dedi "Ben kimim?"

Kozasını tamamlamış olan tırtıl üçüncü 5 günlük eğitime geldi. Diğer arkadaşları da tıpkı onun gibi kozalarını örmüştü. Hepsinin daha olgun olduğu aşikardı. Üçüncü beş günlük seans gergin bir bekleyiş ile başladı, dışarıdan tanımadıkları tırtıllar gelecekti ve onlara koçluk yapacaktı kozalarını ören tırtıllar. Acaba neler olacaktı, hepsi heyecanlı ve endişeli idi. Kelebekler onlara yardım etti, tanımadıkları tırtıllara en iyi şekilde koçluk yapmaları için hazırladılar koza olan tırtılları. Tanımadıkları tırtıllar 3. gün geldi, çok iyi ağırlandılar ve gitmeden önce o gün yaşadıkları muhteşem deneyimleri anlattılar. Kozadaki tırtıllar ve kelebekler heyecandan mutluluktan sarhoş oldular. Ne güzel bir duyguydu bu kozadaki tırtıllar için, artık kozalarına sığamaz olmuşlardı ve birşeyler değişmişti. Dördüncü ve beşinci günde kozadakiler artık tırtıl değildi, kabukları çatlıyor ve değişik renklerde kelebekçikler görünmeye başlıyordu; kırmızı, mavi, sarı, turuncu... hepsi çok farklı idi, hepsinin ayrı duruşları ve etkileri vardı. Beşinci gün kozalarından çıkmak üzere olan kelebekçikler birbirlerinden ayrılamıyorlardı, nasıl uçacaklarını bilemeden nasıl giderlerdi buradan. Dördüncü ve son 5 günlük eğitime daha iki aydan fazla vardı ve bu süre onlara çok uzun geliyordu. Birbirleri ile zorda olsa vedalaştıklarında bir mucize oldu, hepsi gördüki artık uçabiliyorlardı, yönleri net değil ve herşeye çarpıyorlardı ama uçuyorlardı.

Dördüncü ve son 5 günlük eğitime hepsi uçarak gelecekler ve ustalarından özgür kelebek olmayı öğreneceklerdi.


Tüm Eurasian Gestalt Coaching Program Fakülte üyeleri ve katılımcılarına sevgilerimi gönderiyorum. Bu kelebekçik sizleri çok seviyor.

 

5 Nisan 2013 Cuma

Gelecekte yaşamak

Bugünlerde en çok düşündüğüm şey neden gelecekte yaşadığım!
Gelecekte yaşamak ne demek diye soracaksınız? Profesyonel hayata atıldığımdan beri öğretilen ve en iyi yaptığım şeylerden bir tanesi geleceği planlamak; sonraki 3 yılın bütçesini yapmak, sonraki yılların projelerini / aktivitelerini hazırlamak, outlook/calendar'da sonraki ayları, yılları doldurmak... İş hayatında öğrendiğim bu planlama özel hayatıma da yansımış durumda. Beynim her an gelecekte yapacağım birşeylerin senaryosunu oluşturmakla meşgul...
Peki bunun getirisi ne? İyi bir kariyer olabilir; vay be adam amma da stratejik düşünüyor, çok gelecek odaklı bir çalışan...
Peki götürüsü? AN'I YAŞAMAMAK, AN'I KAÇIRMAK!
John Lennon'ın çok sevdiğim bir sözü var: "Hayat, gelecek ile ilgili planlar yaparken başımızdan geçenlerdir." Gelecek ile ilgili planlar yaparken hayat akıp gidiyor ve o anda birlikte olduklarımla paylaştıklarım çok yavan oluyor çünkü ben aslında gelecekte başka bir senaryodayım.

Şimdi şunu deniyorum; kafam geleceğe gittiği zaman "gel diyorum abi, gitme bak burda şu kişi ile birlikteyiz ya da şu işi yapıyoruz ona odaklanalım". Çok işe yarıyor o anda tam olarak, ben olarak, orada olduğumda hem kendim hemde çevremdekiler mutlu oluyor. Bu gelecek ile ilgili bazı kaygılarımı da gidermeme yardımcı oluyor, çünkü o kaygılar / endişeler benim kafamda yarattığım senaryolardan dolayı oluşuyor. Şimdi diyorum ki "o an gelsin o zaman yaşayıp göreceğim". Bugünden 2 ay sonra yapacağım sunumda insanların yaptığım sunum ile ilgili ne düşüneceğini düşünmek vakit kaybından başka bir şey değil.