17 Kasım 2013 Pazar

Meleğim

Sabah erken saatler, alarm ile uyanmamış olmanın mutluluğu içerisindeyim. Yıllar boyu hep aynı saatte kalktım 05:45! Hemen kalk, köprüyü geçeceksin, geç kalırsan yandın! Saatlerce trafikte mi olmak istiyorsun? Hani nerde senin Alman tarafın, disiplinli tarafın, kallllllllkkkkkkk! Tamam tamam kalkıyorum deyip sıçrardım yataktan. 

Çok komiktir, birgün fizik tedavi uzmanı bana yataktan nasıl kalkıyorsunuz diye sormuştu, bende nasıl sıçrayarak kalktığımı göstermiştim. Kadın şok oldu, hayır boyle olmaz ben size nasıl kalkmanız gerektiğini göstereyim demişti. Normal bir insanın kalkması gereken bir kalkış şekli varmış ve onu da o zaman öğrenmiştim. Uyguladım mı? Hayır! 

Kasım ayı bu sene sıcak seyrediyordu iki gün önceye kadar ama iki gündür soğudu ve mevsim normallerine döndü. Meteorolojinin yıllar boyu veri biriktirip mevsim normalleri yayınlaması çok güzel. Bu veri toplama ve aritmetik ortalama alma o kadar çok içimize işlemiş ki bir normal bulma sevdamız var, bakınız benim ikinci paragrafda kullandığım normal insan. Sanki bir normal arayışı ve onunla kıyas yapma yarışı var. 

Amma dağıttım konuyu, Derviş ve Filozof olmayınca böyle bir oradan bir buradan anlatıyorum... Güverteye çıkıyorum, metal zeminde çıt çıt çıt yağmur damlalarının sesi, yağmurluğumun kapşonunu çekiyorum kafama. Sonra çıkartıyorum, biraz ıslanayım ve olacak ki! Hafif sert bir rüzgar var, güverte bomboş... Yürüyorum, ileride ıslak bir bankda bir kız oturuyor... Yaklaşıyorum yanına doğru, bir gariplik var. Bu kız, hayır canım olur mu hiç. Aaa bu kızın arkasında kanatları var. Bembeyaz bir kıyafeti var üzerinde, sarı kızıl saçları, uzun, kıvırcık... Bana bakıp gülümsüyor, onun bakışları beni davet ediyor, onun bakışlarına kilitleniyorum ve ona doğru yürüyorum, etrafta olan bitenler duruyor,  martı geçiyor yavaş çekimde, o anda sadece ben ve o kız! 

"Selam" dedi. Selam, artık öğrendim, benden sana zarar gelmez diyor.

Selam dedim bende. Sadece gözlerimin içine bakıyor ve hiç birşey söylemiyor. Ben gözlerimi kaçırmaya çalışıyorum, birisinin benim gözlerimin içine böyle bakmasına alışık değilim, ben utanıyorum. Ben, benim öğrendiklerim, benim din öğrenimim, benim normlarım, benim ahlak kurallarım, benim normallerim, benim bildiklerim, hepsine aykırı! O'nun gözleri hep gözlerimde, ben bir martıya bir ona, sonra bir geminin bacasına, bir ona, sonra bir denize bir ona... Ben onun gözlerine bakamıyorum! 

"Ben meleğim" dedi. "Her insanın bir kız bir de erkek meleği olur, ben senin kız meleğinim". 

Ben meleklerin görünmez olduğunu sanırdım diyorum. O benim gözlerime kilit. Utanıyorum, kızarıyorum, bakma benim gözlerime demek istiyorum. 

"Ben senin kendini tanımana; hem sevdiğin hem de sevmediğin taraflarını keşfetmene yardımcı olacağım. Sen tam olana kadar yoldaşın olacağım"

Peki tam olunca ne olacak? 

"Sen evren olacaksın, sen sevgi olacaksın, sen sen olacaksın ve akacaksın."

İşte ben bunları anlamıyorum.

"Sabır!"

Sanki Derviş'i duymuş gibi oldum; sabır sabır sabır!

"Yalınlık, Şefkat ve Sabır... Bunlar bizim düsturumuz!"

Yaramaz bir çocuk gibi hissettim kendimi. Sustum. Gözlerine bakmayı denedim, onunkiler zaten hep benim gözümde. Bende onun gözlerine daldım. 

"Bak şimdi oldu dedi, göz göze olunca konuşmaya gerek yok! Sadece gözlerimde kal" dedi.
Sonra konuşmadan konuşmaya başladık, ses çıkarmadan, el kol hareketleri yapmadan kalpten kalbe. Gözlerimiz kilitlendi birbirine, sadece biz vardık, öylece saatlerce kaldık.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder