Küçüktüm, bir derenin kıyısına gitmiştik, hayal meyal hatırlıyorum, insanlar balık tutuyordu... insanlar paçaları sıvayıp suya giriyordu, ben suya bacaklarımı soktuğumda müthiş bir akıntı olduğunu hissettim, taşların üstündeki ayaklarım kayıp gidecekti az kalsın. Korkup daha derine gidemediğimi hatırlıyorum.
Sonra biraz daha büyüdüm, bir gün büyük abiler dere kıyısına gidiyorlardı takıldım peşlerine, ben korkak bir bıdık. Yüzmeye gidiyorlardı, bende yüzer miydim kim bilir? Gittik, hadi dediler atla sende, ben korkak ben, atladım suya ve aman allahım derenin derin bir yeriydi, beni sürüklemeye başladı, diğer çocuklar gülüyor eğleniyor ve akıyorlardı su ile. Onları hayal meyal duyuyordum, hayal meyal çünkü ben kendi sürecimdeydim; ayaklarımı yere basmaya, bir yerlere tutunmaya çalışıyordum, olmuyor da olmuyordu... Sürükleniyordum, korkuyordum, ölüyordum, su yutuyordum... Bir abi beni tutup çıkardı sudan, hayatımın en büyük kabuslarından birisiydi... Herhalde yaşım 10'du... Derenin akıntısı benim kabusum olmuştu.
Bugün farklı bakıyorum bu deneyime... Bugün akışa kendini bırakmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum, bugün suyun üstüne kendimi bırakıp suyun beni istediği yere götürmesini deneyimleyi çok seviyorum. Suyun üstüne uzanıp, kollarımı yana açarak, güneşi içime çekerek akmak, keyifle, gülerek, tıpkı o abiler gibi, tıpkı yaşam enerjisi ile dolup taşan insanlar gibi...
Bugün farklı bakıyorum bu deneyime, akışa direnç göstermenin bana zarardan başka birşey vermediğini, akışa karşı gelmenin intiharla eşdeğer olduğunu düşünüyorum.
Akışta kaldığımız keyifli an'lar dilerim.
Sevgiler, Mustafa
İsiga ucan pervaneler gibi; yani yaratilis meselesi...
YanıtlaSilE.S